Haber 14.12.2022 00:00:00 / Okunma Sayısı: 398

Şimdiki diş hekimleri adeta sihirbaz gibi...

Ünlü İllüzyonist Sermet Erkin Dental Haber'in sorularını yanıtladı.

Ünlü İllüzyon sanatçısı Sermet Erkin ile sanat hayatı üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Zaman zaman da araya girip, ağız ve diş sağlığı kavramı özelinde zihninin kuytu köşelerinde kalmış hatıralarından bahsetmesini de istedik.

ÖZEL RÖPORTAJ 

İstanbul (Dentalhaber)

-Yeni nesile gösteri yapmak kolay mı zor mu?

-Seyrettiniz mi?

-Seyrettim.

Peki zorlanıyor muyum?

SADECE SADECE SANAT AŞKI İLE DEVAM EDİYORUM

-Çocuklar eğlendiler, mükemmel gösteriydi.

-Anne babalar sıkıldı mı?

-Onlar da eğlendi.

-Demek ki ben de sıkılmıyorum zorlanmıyorum. Zorlansam bu ilgiyi sonucu alır mıyım? Mümkün değil. Sen zorla klarnet çalsan muhayyer taksim yapar mısın? Yaparsın ama teneke gibi olur. Bu zorla olacak bir iş değil. Hele benim yaşımda biri için... Görüyorsun bir saat oynadım. Hazırlığı da bana ait. Masaların yerleştirilmesi yönleri falan hepsi bana ait. İki seans oynadım. Karamürsel'de saat yedide kalktım, saat 09.00’da da Yalova'dan aldılar beni. Bütün bunlar böyle zor olmaz. Para için; artık 51 sene sonra parasız olduğumu da düşünmüyorsundur sanırım. Demek ki sadece sadece sanat aşkı.

ASLINDA STAND-UP GÖSTERİSİ YAPIYORUM

-Peki nesil farkı var mı?

-Sizce var mı? Seyirciye baktığınızda...

-Çocuk her zaman çocuk...

-Çocuk her zaman çocuk. Sinema çıktı tiyatro öldü mü? Televizyon çıktı tiyatro öldü mü? Niye çünkü tiyatronun bir büyüsü var. Seyirciye oynuyorsunuz, seyirci seni canlı görüp seyrediyor. Sesini duyuyor, seni görüyor, dekoru görüyor. Burada da öyle.  Burada çocukla bir ilişkim var.  Çocuklarla aramızda bir köprü var. O söylüyor, bu söylüyor;  bunu çağırıyor onu çıkartıyorum böylece çocuklarla bir muhabbet başlıyor. Diğer illüzyonistlerin anlamadığı ve taklit edemediği şey bu. Ben burada illüzyonist olarak varlık gösteriyorum ama aslında yaptığım iş bir stand-up şov.  Bunun içinde illüzyon ve çeşitli aksesuarlar var. Onlar benim illüzyon yaptığımı zannediyor. Evet illüzyon yapıyorum ama baştan sona bir stand-up oynuyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

TİYATRO GEÇMİŞİMDEN DOLAYI SAHNEYİ İYİ KULLANIYORUM

-Aslında siz illüzyona tiyatroculuktan geçtiğinizi de biliyoruz...

-Evet o önemli bir faktör. Sahneyi kullanmak diye bir laf var. İyi kullanıyor muyum sahneyi...?

-Evet

-Mesela espiriler...Mesela laf atıyor çocuk bana, benim ona tepkim nasıl? Bu benim tiyatroculuğumun getirdiği bir başarı. Ama sadece tiyatroculuğumun başarısı değil. Ben opera seyircisiyim, bale seyircisiyim, konser dinleyicisiyim...Bütün bunları harmanlaman lazım. Kuru kuru çay olmuyor. Çayın yanına şeker lazım, limon lazım, kurabiye de lâzım. Ses sanatçılığı için de böyle. Atıyorum bir şarkı söyle... Diyelim, "Gözümde Dâim Hayâl-i Cânâ"yı Safiye (Ayla)  hanım inanılmaz bir duygu ile okumuş. Bugün bir kadın konservatuardan mezun olup çıkıyor pırıl pırıl genç... Bakıyorsunuz hiç detone olmuyor. Ama tuzsuz yemek. Tuzsuz yemek yenir mi? Neden sadece o işi yapıyorlar. Geliyor radyoya geliyor ve  şarkısını söylüyor gidiyor. Kadının hayatı yok. Hayatı varsa da kendi sektöründe meyhane tarzı eğlence hayatı. Onun geri planında birikim yok. Birikim olmadığı için zaten eski sesleri, eski tarz oyuncuları bulamıyorsun. Bugün Cüneyt Gökçer ve Yıldız Kenter gibi bir oyuncu var mı? Neden çıkmadı? Çünkü Yıldız Hanım'ın beraberinde bir kültürü var. Lisanı var, iki dil biliyor. Haldun Dormen üç dil biliyor biliyor musunuz? Dadısından dolayı Almanca, sonra Fransız lisesinde okumuş Galatasaray'da ve daha sonra da Robert Koleji'nde İngilizce. Bu onu farklı kılıyor. Kem küm konuşan da  bir oyuncu o da bir oyuncu. Ama arada erişilmezlik var.

OĞLUM DOĞUNCA İSTANBUL'I BIRAKIP KARAMÜRSEL'DE YAŞAMAYA BAŞLADIM

-İstanbul gibi kültür ve sanat hayatının kalbinin attığı kentte değil de Karamürsel'de yaşamakta ısrarlısınız...

-Ben oralıyım zaten. Oğlan doğduğu zaman ben de İstanbul'da gazino hayatını bitirmiştim. Artık sırf turneye çıkıyorduk. Zaten benim depom falan da Karamürsel'deydi. Ekip İstanbul'dan geliyordu. Karamürsel'e...Kamyonu  yükleyip turneye çıkıyorduk. Sonra benim çok sayıda kitabım plağım olduğu için İstanbul'da ki ev artık dar gelmeye başladı. O yüzden Karamürsel'e döndük daha ferah daha büyük bir evde oturalım diye. Rahmetli Annem de Karamürsel'deydi. Ona da yakın olmak da vardı geliş sebebimiz içinde.

VASFİ RIZA ZOBU "İLLÜZYONU BIRAKMA" DEDİ

- Tiyatrodan İllüzyona geçmenizde dönüm noktası ne oldu?

-Şehir Tiyatrosu'nda baktığınım zaman düşündüm ya dedim 'Ben baş rol oynayabilmem için oyunculuğumun ötesinde bazı kabiliyetlere sahip olmam lazım.' O kabiliyetler nedir? Entrika, yağcılık, birilerine hoş gözükmek. Bunların hiçbirini ben yapamam. O yıllarda bir yandan da  illüzyon da yapıyordum ve başarılıydım. Şehir Tiyatrosu'nda iken Cumartesi günü çocuk oyunu oynuyorum.  Çocuk oyununda giyiniyorum soyunuyorum tekrar oradan çıkıyorum matineye gidiyorum giyinip soyunuyorum tekrar oradan suareye orada da giyin soyun günde en az yedi sekiz kere giyinip soyunuyorum. Artık "Bunu böyle yapacağıma bir tek illüzyon yapayım" dedim. İyi ki yapmışım.  O zamanlar Vasfi Rıza Zobu, "Oğlum sen illüzyonu bırakma!" diye hep telkinde bulunurdu. Bu gibi büyüklerin de yönlendirmesi oldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRKİYE'NİN HER TARAFINDA GÖSTERİ YAPTIM

-Türkiye'nin nerelerinde gösteriler yaptınız?

-Her yere gidiyoruz. Ona bakarsanız Türkiye'de değil belki de dünyada en çok sahneye çıkmış bir illüzyonistim. 19 sene İstanbul'da Kervansaray'da çalıştım. Her gecede iki üç dört bazen matinelerle altı şov yaptım. Gündüz matinelerim olurdu. Şans Tiyatrosu'nda Hürriyet gazetesinin çocuk programı olurdu. Her cumartesi yedi sene sahneye çıktı.

BODRUM'DA HİÇ GÖSTERİ YAPMADIM

-Türkiye'de nerelere gittiniz?

-Türkiye'de gitmediğim gösteri yapmadığım iki yer var. Bir tanesi Hakkari ki; Beytüşşebab'a kadar gittim, ama Hakkari olmadı, bir de Bodrum.

-Enteresan Bodrum'a şaşırdım...

-Demek ki beni istemiyorlar. Onların eğlence sektöründeki beğendikleri başkaları, ben değilim.

-Hakkari'yi anlarım da Bodrum'u...

-Hakkari'yi anlama...Beytüşşebap, Cizre, Mutki, Yüksekova, Uludere her tarafa gittim. Hakkari'nin merkezine gitmedim.

-Bu bilgisayar ve akıllı telefon çağı çocukları için gösterinize yeni bir şey uyarlamayı düşünmüyor musunuz?

-Ne değişti alkışlamadılar mı?

-Alkışladılar...

-Önemli olan seyirci senden haz duydu mu duymadı mı? Benim gösterimde çocuklar eğlendiyse bitti. Yeni formasyona ne gerek var. ..

-Geleceğe dair bir projeniz  var mı?

-Hep düşünüyorum da...

-Ne mesela...

-Gece gösterisi yapmak istiyorum. Artık bir yaştan sonra insana zor geliyor. Çocuğa gösteri yapmak daha kolay. Yeniden dekor yap ışık yap...Aman diyorum bu yaştan sonra...Kısacası zor geliyor.

İLLÜZYONİSTLİK, JONGLÖRLÜK  VE PALYAÇOLUK PERPERİŞAN

-İllüzyon gösterisinin durumu ülkemizde ne durumda...

-Vallahi ben kendimden başkasını bilmiyorum. İnsan kendi kendine illüzyon öğrenemez. İnsan kendi kendine keman öğrenir ama virtüöz olamaz. Bugün oturduğun yerden dünyanın her yerindeki illüzyonistleri seyredebiliyorsunuz. Eğer bu noktada bir temelin varsa o temelin üzerine kurmak çok kolay. Siz hiç düğünlerde "palyaço" diye ortalarda dolaşanları izliyor musunuz?

-Görüyorum.

-Görüyorsunuz. Peki nasıl bir makyaj yapıyorlar?

-Biraz abartılı...

-Öyle palyaço mu olur? Çiçekler, böcekler, yeşil göz, mavi bıyık...Öyle palyaço var ki. Açsalar interneti "clown" yazsalar dünyanın her tarafında palyaço resmi modeli görecekler ama yapmıyorlar. Yaptıkları onlara yeterli geliyor. Başına renkli bir peruk geçiriyorlar. Üstünde abuk subuk bir kıyafet, bir de burun ben palyaçoyum diyor. Olacak iş değil. Bunun bir disiplini var. Baktığın zaman illüzyon, jonglör ve palyaçoluk gibi sanatların hiçbirisinde hoca eğitimi yok. Herkes kendi kendini yetiştirdiğini zannediyor. Ve bu sanatlar perperişan durumda.  

DİŞ DOKTURUMUZUN MUAYENEHANESİ ABDÜLHAK HAMİT TARHAN'IN EVİYDİ

-İlk gittiğiniz diş hekimini hatırlıyor musunuz?

-Ben dişlerimi çocukluğumdan beri fırçalarım. Çocukken ilkokulda iken ilk dişçiye gittim. Aile dostu diş hekimimiz vardı. Doktor Nusret Oral. Oral da ağız demek biliyorsun.

-Yeri neredeydi?

-Teşvikiye Maçka Palas'da Abdülhak Hamit'in (Tarhan) yaşadığı ve öldüğü daire onun muayenehanesi idi. Eski Teşvikiyeli idi. Bizim ailenin dişlerini o yaptı. Ben ona giderdim okuldan çıkınca... O sabahtan falan açmazdı muayenehanesini... Dört ile yedi arası çalışırdı. Giderdim bakardım. "Aaa Sermetciğim evladım ben sana bir ilaç damlatayım. Sen şimdi git anneciğine babacığına selam söyle yarın da gel.' derdi. "Öjenol" koyarmış dolgu yapmadan önce sinirler ölsün diye. Yani bin öyle dişçiden falan korkmadık. Öyle bir aile değiliz öyle yetiştirilmedik. Aynı şekilde benim kızım da oğlumda korkmadı.

/Medya/Images/2022-12/e24679a9000040e093cadf3199d759ac.jpg

 

 

 

 

 

 

 

 

-İlk olarak dişinizi mi çekmişti?

-İlk şurada bir dişim vardı. Damaktan dışarı fırlamıştı. Onu aldı. Orada bir operasyon yaptı orayı kesti aldı.

-Şimdi dişleriniz...

-Şimdi dişlerim kaplama. Pek belli olmuyor değil mi? Onu aldırmadım ama benim dişlerim genetik olarak küçülüyor. Onun için mecburen kaplattım.

SINIFIM DİŞ MACUNU VE FIRÇASI İLE BENİM SAYEMDE TANIŞTI

-Küçük iken dış fırçası ve macununa ilginiz nasıldı? Dişlerinizi fırçalar mıydınız?

-Dediğim gibi ben çocukluğumdan beri dişlerimi fırçalamaya dikkat ederim. Bir zamanlar "Mobil Oil" diye bir akaryakıt, benzin şirketi. Orada benim bir akrabam müfettiş olarak çalışırdı. O bana çalıştığı o şirketin bir küçük bir beyaz çantasını vermişti. Çantanın üzerinde Mobil Oil'in şahlanıp kanatlanan bir atının logosu vardı. O çantanın içerisinde Mobil Oil'in o meşhur logolu bir havlusu, bir diş macunu ve bir de diş fırçası bulunuyordu. Bunu hediye olarak dağıtıyorlardı. Akrabam onu bana verirce alıp onu sınıfıma götürdüm. O zaman bizim sınıf ilk defa diş fırçası ve macun ile benim sayemde tanıştı.

-Yıl kaçtı?

-1966. Tabii o vakitler diş fırçası ve macunu fazla yaygın değildi. Radyolin ve İpana markaları vardı. Ben Radyolin severdim. Kokusu daha güzeldi. Şimdi Radyolin yoktu.

ORHAN BORAN'IN DİŞ MACUNU SPONSORLU BİLGİ YARIŞMASI

-Fırça yok muydu?

-Vardı tabii vardı. Ama herkes diş fırçalamazdı. Hatırlıyorum o tarihlerde İpana'nın Orhan Boran'ın sunduğu bir radyo programı vardı. Ben seyretmeye gitmiştim. Eski Park Otel'deydi. "Orhan Boran - İpana Florit 10 Soru 10 Bin Lira Bilgi Yarışması" Hatta "Diş Mineleri Korur ve Güçlendirir." şeklinde sloganı vardı. Ama ben evin alış verişini yaptığım için ve sevdiğim için hep Radyolin alırdım.

-Günümüzde diş hekimliğinde implant vs bir sürü yenilikler var. Takip ediyor musunuz?

-Tabii tabii. Benim teyzemin gelini Kocaeli'nde diş doktorudur. Şoförüm bir gün akrabasının evine gitmiş balkonda sigara içiyormuş. Demir korkuluk kopunca, balkondan düşüp dişi kırılmıştı. Gelinimiz Asuman Gökçe'ye götürdük. Severim iyi kızdır. Orayı makine ile doldurdu diş imal etti. Bizim silikon tabancaları var ya onun gibi bir tabanca ile diş imal etti. Anlayacağınız muayenehaneye dişsiz girdik dişli çıktık. Günümüzde diş hekimliği sihirbazlık gibi. Her türlü diş problemine çözüm üretiyorlar. Artık şapkalarında türlü çeşit tedavi usulü bulunuyor. Ve şöförüm kaç sene oldu o imal edilen dişi hala kullanıyor. Bu anlattığım bu on iki sene önce.

 

 

 

 

 

 

 

 

-Çocuklarınız diş sağlığına dikkat eder mi?

-Benim kızım çok sever diş fırçalamayı, oğlum sevmez. Ona bir türlü alıştıramadık. O altı ayda bir gidecek dişlerini  temizletecek.

HALAM DİŞ MACUNU KULLANMAZ KARBONAT İLE FIRÇALARDI

-Küçükken uyarmaz mıydınız?

-İstediğin kadar uyar tıngırdamıyor. Kızım ise dişini fırçalamadan sokağa gitmez. Ben de mesela unutsam bile aklıma gelince gider fırçalarım, yoksa rahatsız olurum. Hiçbir şey bulamazsam diş fırçası da yoksa peçete ile silerim. Bir halam vardı benim diş macunu kullanmaz diş fırçasının üzerine karbonat döker onunla dişlerini fırçalamayı severdi. Diş macunu hiç sevmezdi.

KÖTÜ KONUŞAN TRT SPİKERLERİNİ ŞİKAYET ETTİM

-Bir oyuncunun teleffuz ve diksiyonunda ve sahne almasında ağız ve diş sağlığı ler çok önemli...

-Şehir Tiyatrosu'nda çalıştım. Beni tiyatroya Necdet Mahfi Ayral aldı. Çünkü o Zati Sungur'un çok iyi arkadaşıydı. O ben konuşurken sık sık düzeltirdi. Şaziye Moral, Bedia Muahhit, Vasfi Rıza Zobu ben onlarla büyüdüm. Sonra radyoya geçtim, çocuk saatine. Vedat Demirci diksiyonda tonlamada çok önemli yetişmemde. Bugün drama okulları var ya...Çoğu bunların yanında sönük kalırdı. Şaziye Hanım benim Türkçemi çok beğenirdi. Ben de bu insanları tanıman onlardan öğrenmem sebebiyle İstanbul ve İzmir radyolarındaki spikerleri beğenmiyorum. Nasıl kötü konuşuyorlar. Nasıl kötü anonslar öyle.. Hatta kötü anonsları hepsini bir dosyaya kaydettim radyo müdiresine gönderdim. Hamiyet Yüceses'e Haaamiyet Yüceses diye telaffuz ediyorlar.  

-Siz kavuğu kime devredeceksiniz?

-Kavuk mavuk yok canım. Uyduruk o... Kavuk değil bir kere. Onun resmine bir bak. Aç Ses dergisine bak. O resim Ses dergisinde çıktı. Sadık Şendil'in, İsmail Dümbüllü'nün ve Münir Özkul'un bir fotoğrafı var. "Kanlı Nigar"ın yazarı Sadık Şendil... Sözde kavuğu alan Münir Özkul veren da İsmail Dümbüllü. O fotoğrafa Google bu bir bak. Eldeki kavuk mu? Değil, Takke... Kavuğun içine giyilen takke.

-Pandemide ne yaptınız?

-Yapmadık evde oturdu. Evde sıkılmam. Plaklarım kitaplarım var müzik dinliyorum resim yapıyorum. Fakat alışmışım bir kere insan gösteri yapmak istiyor bir süre sonra.

 

0 Yorum Yapılmış

Habere Yorum Yap

E-BÜLTEN KAYIT

Diş Sektöründeki gelişmelerden mail yoluyla haberdar olmak için e-Postanızı kaydedebilirsiniz..

Mailinizi girdikten sonra kaydol tuşuna basınız